Şubat tatili başlayınca anneme kaçtık ve araya iki gün İstanbul gezisi sıkıştırdık. Kar yok ama soğuk. Yine de gündüzler güneşli olunca gezme hevesimiz kırılmadı. Oğlanlar uyumluydular, mızırdanmadan dolaştılar.
Düzce’de eş-dost ziyareti, yeme-içme, teyzelerle takılma ve evin içinde dolaşan kuzuya şaşırmakla zaman geçirdim.
İstanbul’a gelme kararını zor verdik; 2011’de taşındıktan sonra arada havaalanına filan gelişler sayılmazsa ilk kez ailece gelmişiz. Yol bulmak, toplu taşıma vs her şey gözümüzde büyüdü. Son dakikaya kadar emin değildik. Genelde olduğu gibi plan programa vakit ayırmadık.
İlk gün erkenden yola çıktık. Hesapta, öğleden önce Dolmabahçe Sarayı’na varacak, kalabalık olmadan gezecektik. Arabayı 10.30 gibi Kadıköy’de katlı otoparka bırakıp vapurla karşıya geçtik. Öncesinde telefona İstanbul Kart indirip para yüklemeye uğraştık. Öğrenci kartı filan olmayınca kişi başı 38 lira ödedik.
Aklımdaki tek rota Dolmabahçe Sarayı’ydı. Hiç gitmemiştim. Bugün yarın derken bir türlü fırsat olmamıştı. Alışkanlıkla o kocaman, görkemli, beyaz kapılara yürüdük ama girişler oradan değilmiş. Girişi bulmak için epey yürüdük, kuyruk uzaktan çok uzun gibiydi ama 10 dakika bile beklemedik. 200 lira yetişkin 100 lira çocuk için verip sarayı gezdik. Resim müzesine ve bayramlaşma salonunun ihtişamına bayıldık. Görevli Limonluk Kafe’yi önerince Şeker Ahmet Paşa Çay Salonu’nu kaçırmış olduk. Çocuklar sıkılmıştı, yeniden çay-kahve muhabbetine giremedik.
Sonrasında otobüsle Ortaköy, köprü altındaki kafe, kumpir, Eren’e eldiven alma ve zorlu bir otobüs sürecinden sonra Pandeli…Yıllardır fırsat bulmadığım Pandeli Restoran’a hem de çocuklarla gittik ve rezervasyonsuz cam kenarı masada oturduk. Evet fiyatlar ortalamanın üstünde ve lezzetler vasattı ama ortam, manzara ve hissettirdikleri benim için çok güzel. ”Ölmeden önce yapılacaklar” listemden bir madde eksildi diyeyim siz anlayın. Birçok kişi için öyle bir anlam ifade etmeyebilir.
Hayal kurmaktan ve umutlu olmaktan her gün uzaklaştığım şu tatsız dönemde İstanbul bana hayallerimi – yanında da hayal kırıklıklarımı- hatırlattı. Benim büyülü şehrim, rüya şehrim, keşke seni doya doya yaşasaymışız o gamsız yıllarımızda. Birden bu kadar yorgun düşeceğini anlamıyormuş insan…
Devamı sonra.