Lizbon-Porto-2, Ayaklarıma Kara Sular İndi

Mart 25, 2025
6
Views

Kankamın babası geçmiş yaşamların birinde olimpik sporcu filandı herhalde çünkü kendisi yorulmak nedir bilmiyor.  Sağlam bir yancısı olsa günde 50.000 adımı gık demeden atabilir. Onun bu azmi sayesinde koca Lizbon’un tüm kritik noktalarını yarım günde gezip Zara’dan da tonla alışveriş yaptık. Üzerine beni sonsuz basamaklı merdivenlere tırmandırtıp bilmem ne bölgesine götürmeye kalktı ama neyse ki aramızdan birinin beden farkındalığı vardı 🙂

Evet efendim, henüz Lizbon’daki 2. günümüzdeyiz. En eski kitapçıyı gezip ilk nata molamızı verdikten sonra herhalde tramvayla Jeronimos Manstırına doğru yola çıktık. Meşhur natacı Belem Pastanesi manastırın dibindeymiş; esas motivasyonumuz oradaki natalardan yemek (ve benim için bir kahve alıp oturmak) . Bilet gişesi bulamadık ve trene biletsiz bindik. Evropalılar bu bilet işini çok ciddiye alıyor ama otomatları bozuktu ve yağmur yağacak gibiydi. Bir kereden bir şey olmaz deyip bindik ve bingo! Bilet kontrol memuru gelmez mi? Kankacığım sanki milyar dolar çalarken suç üstü yapılmış gibi neredeyse kalp krizi geçirecekti. Benim tesellim şöyle:

”En kötü öderiz cezasını, neyse ne, 50-60 euro olsun napak, bize komaz ”

Babacan biletçiye derdimizi anlattık, tonla da gereksiz detay verdik. O da bize nereye gittiğimizi sordu ve yanlış trende olduğumuzu gayet kibarca ifade etti. Ceza meza yazmadı. Hey yavrum hey, Alamanya yahut İskandinavya olaydı görürdük günümüzü. Kös kös indik, karşıa geçip tramvay bileti gişesine yanaştık. Bizden 1 dakika önce yaşlı bir CHP’li amca geldi. Sanırım geçmiş 60 yılın hesabını sordu, elinde bir kağıtlar, fişler, Allah bilir 50 cent fazla mı ödediydi, nolduydu bilemedik. Gişenin önünde ağaç olduk. En az 15 dakika bekledik. İstanbul’da olsa yaşlı-maşlı demez döverlerdi dedeyi.

İndik, bindik ve hop Jeronimos Manastırı önüne geldik – Elbette birkaç bin adım attıktan sonra- . Bu seyahatte entel-dantel işlere zaman ayıramadık, müze filan gezemedik. Bu kadar kültür bize yeter değil mi?  Manastırın da her yeri restorasyondaymış, yine de uyanıklar ücreti tam aldı. 12 euro muydu, 15 euro muydu neydi.

Fotoğraftan anlaşılmıyor ama manastır pek gösterişliydi.  Hemen dibindeki pastanede mola vermeyi unutup tabana kuvvet Belem Kulesine geldik. Aradaki yolda Kaşifler Anıtı’nı da hallettik.

Kulenin olduğu yer ve dalgaların gücünü ancak video ile hissettirebilirim ama blog 5-6 saniyeden uzun video yüklememe izin vermiyor. Çok etkileyiciydi arkadaşlar.

 

Geldiğimiz yolu geriye yürüyüp, bizim gezgin kızların ”Bunu melekler yapmış olmalı” dediği pastanenin enfes natalarına kavuştuk. Önünde genellikle aşırı uzun kuyruklar olurmuş. Mevsimden herhalde biz çok beklemedik. Bir taraftan gözümüzün önünde nata hazırlayan adamların zoru derdi kalite, atın o mekana 50-60 masa, kaldırımları işgal edin gerekirse, azcık oturup dinlenelim di mi? Yok, olmaz. Cennetten gelmiş o çıtır çıtır nataları öyle gariban gariban sokakta gezerken yemeni bekliyorlar. Valla paraya kıydım, uyduruk bir seyyar kahveciden kahve aldım, önünde 2 masa vardı, oturup yedik afiyetle. 6 haftadır diyetteyim diye pasta börek yoktu ; nihayet karbonhidrat yememe izin çıkmış, hem de Lizbon’da. Ne yapsaydım?

Koca günü haldır huldur gezerek bitirmemişiz gibi dönüşte de Zara mağazasına girdik. Montları, gündüz aldığımız ıvır-zıvır torbalarını filan peşimizden sürükleye sürükleye bir sürü şey denedik. Aşırı kibar, hepsi manken kıvamımda, gencecik mağaza görevlileriyle minnoş minnoş bakışarak, elimiz kolumuz dolu odamıza döndük. (Düz bir gömlek bile en az 500-600 lira daha ucuzdu.)

Azcık dinlenip gene bin basamaklı bir yerlere yönelmiştik ki yetti gari deyip ilk gözüme kestirdiğim lokantaya girdim, hele bi menüye bakalım ayağına boş bir masacığa hemen oturdum. İlla yorum mu okuyacağız, bilmem kaç puan almış kafeleri mi kovalayacağız? Bizim kendi deneyimimiz olamaz mı? Herhalde tüm seyahatin en tatlı, en şık, en romantik akşamını yaşadık; güzel bir sürpriz oldu. Tam sevdiğim tarz; ruhu olan, eski bir mekan, dip dibe masalar, mumlar, eski babaanne tabakları…Salata başlığından seçtiğimiz yemeklerimiz böyle nefis ekmekler üzerinde geldi. Diğer masalara gelen tabaklar da çok hoş görünüyordu.

Sonrasında otele dönüp bayıldık. Daha üçüncü günümüz var; Sintra denen masal bölgesi var. Porto var. Yani yazılar devam edecek 🙂

Not: Hostelin kahvaltısını da şöyle kaydedeyim. Bir sürü fırın ürünü, hamur işi vardı ama işte diyet mevzusu. İskandinavyanın somonlu, kruvasanlı, 8 çeşit peynirli kahvaltılarından sonra azıcık hüzünlendik tabi ki.

Kategori:
Günlük · Seyahat

TÜM YORUMLAR

  • Ohhh sefaniz olsun.
    Mis gibi olmuş.
    İşte feraset işte cesaret işte adamlık budur👏👏👏👏

    Aliye Mart 26, 2025 8:21 am Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir